21 Şubat 2009 Cumartesi

Seslerin ve sözlerin anlatmakta yetersiz kaldığı bir an vardır. Görünüşün bir anlam ifade etmediği, gözle görülmeyen şeylerin söylenmesi gereken, anlatılması gereken bir an. Kaderi haklı çıkaran bir zaman gerçeği. Ne kadar yüzleşmekte korksan da yapılması gerektiğine inandığın bir noktaya geldiğin ve süslü sözlerin yaşananları gizlediğini farkettiğin, sadece gerçeğe tutunup çıkabileceğin bir derin kuyuya düşmüş gibi, kimsenin bilmediği ve ben buradayım diye avaz avaz bağırmasan da duyabileceği şekilde sessizce fısıldayacağın o an.

Ne kadarını anlatabileceğini kendinin bile kestiremediği, söylerken yüzünün hangi şekle gireceğini merak ettiğin, yaşına bakmadan kalbinin dayanmayacağından korktuğun, ihanet ile geç kalmışlığın arasında sıkışıp kaldığın, kendine hangisini yakıştırdığını bilmediğin, önce kendini acıttığının farkına vardığın, ve onun incinmesinden korktuğun, ve aradaki gözle görülemez bağın bir anda yok olmasından çekindiğin o an.

Tekrar tekrar kafanda kurduğun, onunla konuşur gibi kendinle konuştuğun, kapıyı yüzüne çarpıp çıkıp gittiğin yada yerini bulmuş bir sözün kapıları kilitlediği ve mutlu olduğun, zıt yönde