25 Mayıs 2009 Pazartesi

Yeti

Bazen söylenecek çok şey olduğu halde cümleyi toparlayıp mantıklı bir şeyler söylemek zor gelir. Yaşamın kendi dilinizde söylediklerini bir tek siz anladığınızdan bir başkasına anlatmaktan daha doğrusu anlatamamaktan çekinirsiniz. Ya anlamazlarsa, ya yargılarlarsa? Cümle bir türlü toparlanamaz çünkü anlamayacaklarını ummak anlamalarını beklemekten daha garantidir.

Modern insan sırlarını paylaşmaktan köşe bucak kaçmakta ve kalabalıklar içerisinde yalnızlığa sürüklenmekte. Yani biz, modernizmi isteyen ama modern oldukça teknolojinin ve kültürün son kademelerine ulaştıkça yalnızlaşan insanlar Facebook'ta olduğu gibi arkadaş adedi ile sosyalliğini ölçen biçareler yalnızlıktan kurtulamayacağız. İnternet ortamında "chat" yaparken türlü gizli kapaklı sırlarımızı "elin adamına/kadınına" anlatırken, yanı başımızdakilerle, dost dediklerimizle "geyik" muhabbetinden öteye geçemiyorken, hak etmiyor muyuz sizce de yalnızlığın çirkin yüzünü?

Bir anlamda da dertlerimizi ve sevinçlerimizi paylaşmıyor olmak kendi öğretimimizin de önüne geçiyor gibi. Şunu biliyorum ki aklınızdaki bir soruya yine siz cevap verebilirsiniz ve çoğunlukla bu cevap bir başkasına anlatırken karşınıza çıkar. Çünkü kendi kendinize konuşurken hep aynı sınırlara çarparsınız, yılların, çevrenizin, ailenizin, dininizin, milletinizin koyduğu ve sizi o yaşa getiren, sınırlayan kabullere çarpar ve çıkamazsınız. Bir başkasına anlatmak ise onun sınırlarını tahmin edemediğiniz için daha geniş düşünmenize yol açar. Facebook nesli olarak sanırım en çok özgür düşüncenin faydalarından feragat etmekteyiz. 

Cümleleri toparlayamıyoruz çünkü dertlerden kaçmanın en iyi yolunun gülmekten geçmekte olduğunu zannediyoruz. Oysaki insanın en doğal davranışı ağlamaktır. Doğumla gelen bir hediye. Gülmek anlık olarak dertleri sümen altı etse de ağlamak öyle değildir, göz yaşı vücudun ürettiği salgıdan öte bir şeydir. Çünkü o an savunmasızsınız, güçsüz görünmek korkusunun ötesindesiniz, özgürsünüz, yargılanma algısını yıkmışsınız ve sizsiniz, hiç bir perdenin arkasına saklanma ihtiyacı duymazsınız.

Çağımız paylaşmanın "o an" ne yaptığını bir kutucuğa yazmak olduğunu düşünenlerle dolmakta. Çağımız yıllarca omuz omuza yürüdüğü insanları bir tehlike olarak gören, güvensizlik duyan, sırtını döndüğünde arkasından konuşan insanlarla dolmakta.

Yitirdiğimiz şeylerin bizi insan yapan temel elementler olduğunun farkında mısınız? Yoksa tersten mi yazmalıyım modaya uyarak? Daha çok ilginizi çekebilir böylece.

Bir bilişimci olarak "keşke yontma taş devrinde olsaydık" diyorum bazen. İnsanların farklı boyutlardaki kutular (tv, pc, vs...) içerisine kafalarını gömüp geri kalan her şeyi yok saymaları çok saçma geliyor. Ben küçülen dünyayı değil küçük dünyamı daha çok seviyorum ve bunun içerisinde konuşabileceğim, yargılamalarından korkmadığım, güvendiğim ve bana güvenen insanları istiyorum. Sanalın şekilsizliğinden ve güvensizliğinden hoşlanmıyorum ve hiç bir zaman da hoşlanmayacağım. Yan masaya rakı gönderirken bir butona tıklamak istemiyorum, bardağın dibini masaya vurup "sağlığına" demek dururken. 

Bazen söylenecek çok şey olduğu halde cümleyi toparlayıp mantıklı bir şeyler söylemek zor gelir. Kendinden uzaklaşmanı sağlayacak her söz ağızdan kolay çıkarken, bulmanı sağlayacak her bir harf zor çıkar. Hele ki konuşma yetisini kaybetmişsen...

24 Mayıs 2009 Pazar

Ertelemek



"Oysa hepsinin ötesinde en büyük hatam kafamda bitirdiğim ve bir gün mutlaka söyleyeceğim dediğim şeyi ertelemekti. Ertelemek. Sanki yarınınızdan eminsiniz gibi verdiğiniz o karar."