31 Temmuz 2010 Cumartesi

Rüya ve gerçeklik / Inception


Az önce sinemadan çıktık filmarasi.com ahalisiyle, sıcağı sıcağına izlenimlerimi paylaşayım dedim. Filmarasi.com'un İstanbul ayağının ilk buluşmasına vesile olduğu için filmin yeri başkaydı tabi. Film başlamadan ve bittikten sonra sinema üzerine benden daha bilgili arkadaşlarla yaptığım sohbetten oldukça keyif aldım. Hep buluşalım hep film izleyelim istiyorum :)

Christopher Nolan mucizesi diyeceğim film için. Tek kelimeyle muhteşem. İyi film çekmenin yönetmen için kötü tarafı çıtayı sürekli yükseltiyor ve beklentileri artırıyor olması sanırım. Nolan bu film ile çıtayı oldukça yükseklere çıkardı desek yalan olmaz sanırım.

Filmin çıkış fikri çok iyi. Daha önce izlediğim onlarca filmden ilham aldığı açık ama bu filmden aldığımız tadı düşürmekten öte ileri götürüyor, çünkü alınan ilham taklitçilik değil şaheser çıkarmış ortaya. Film hakkında tam bir yorum yapabilmek için tekrar tekrar izlemek gerekir, keza ilk seferde aksiyona dalan bünye çok detayı kaçırdı.

Hayalgücünüzün sınırları zorlamak için mutlaka ama mutlaka izleyin.

http://www.filmarasi.com/Movie.aspx?ID=565375&Name=Inception(2010)

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Neden susar insan? / Meğer


ben ne çok hata yapmışım meğer
gözüm kapalı bakmışım meğer
yıllar geçmiş ben saymışım meğer
dostum sanıp aldanmışım meğer

yıllarca sürer sanmışım meğer
boşa kalbimi açmışım meğer
vakit kaybıydı diyemem ama
sen hiç dostum olmamışsın meğer

olsun varsın pişman değilim
biraz üzüldüm hepsi bu

ağlamam artık gidenlere
ağlamam artık bitenlere
ağlamam artık üzenlere
ihanet edenlere

ben ne çok hata yapmışım meğer
seni yokken var saymışım meğer
yollar gitmiş ben kalmışım meğer
aşkım deyip hapsolmuşum meğer

bir ömür sürer sanmışım meğer
ben boşa kürek çekmişim meğer
vakit kaybıydı diyemem ama
senden çoktan vazgeçmişim meğer



Şarkının sözleri kadar klibi de inceden dokunuyor insana. Sessizlik... her şeyi ardına gizlediğimiz, içimizde gitgide kalınlaşan hislerimiz ile ruhumuz arasına ördüğümüz duvarı sıvadığımız suskunluk... Neden susar insan? Kırmamak, kırılmamak için midir? Yoksa  susarak olanları yok sayabileceğini düşündüğü için midir? Olmazı olduramayacağı baskısı mı susturur? Olabilecekleri oldurmamaktaki başarı mı susturur yoksa? Bir köşeye sinmek, ortaya çıkıp yaralanmaktan daha az acı verdiğinden olabilir mi? Ezmemek için ezilmek de neden olabilir pek tabi. Duyulan saygının ve sevginin istismarını da es geçmemek gerek. Minnet duygusunun o ezici ağırlığı suskunluğa neden sayılabilir mi? Sevdiğiniz, saydığınız birinden hiç beklemediğiniz bir hareket ve şaşkınlık susturabilir mi?

Susmak yıpratır insanı, sustukça akıl oyun oynamaya başlar, sen sustukça zihninde duyduğun sesler çoğalır, kendini duyamaz olursun. Eğer hayatının geri kalanını sırf sustuğun için pişmanlıkla geçireceksen, susma! Bırak pişmanlığın sesinin yüksekliğinden olsun.



14 Temmuz 2010 Çarşamba

Afiyet şeker olsun / Julie & Julia

İş dönüşü BİM'e uğrayıp bir kaç parça yiyecek toparladım, hazır patates, hazır köfte, hazır dondurma, hazır x,y,z... Sonra da gelip utanmadan Julie & Julia'yı izledim. Neden diyeceksiniz, çünkü film baştan sona yemek yapmakla alakalı. Öyleki her bir tarifte Ekmek Teknesi'nin kirlisi gibi "oyyy oyyy oyyy, Cengiiiizzz" diyesim geliyordu. Aç halde filmi açıp ekran karşısına geçmemeniz Sağlık Bakanlığı tarafından olmasa da benim tarafımdan onaylanmıyor :)

Gerçek iki yaşamın, iki farklı zamanın, iki farklı insanın hikayesinin tek bir perdede yansıması bir film. Yazının sonunda gerçek kişilerin fotoğraflarını ve Julia Child'ın gerçek videosunu bulabilirsiniz. Video'yu ve filmi izledikten sonra Merly Streep'in ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu daha iyi anlayacaksınız.

Filme başlarken bir mesaj almayı ya da hayatınızı değiştirmesini, bir şeyler öğretmesini beklemeyin. Kişisel gelişim saçmalıklarından ve aşkkolik ergen psikolojisinden sıyrılın ve gerçek iki yaşamı seyre koyulun. Ha illaki "izlediğim film bana bir şeyler katmalı" derseniz Julia Child'ın ve Julie Powel'ın ev hanımlığından tanınmış birer yazar haline gelmelerini dizlerinizi döverek izleyin ve kendi kendinize "ben neden böyle değilim" diyerek küfredin, ya da daha güzel yolu seçip izlediğinizden keyif alın. İzlerken doyacaksınız, o derece yani.

Merly Streep diyorum başka da bir şey demiyorum. O ne oyunculuktur öyle! Şahane. Eski toprak olmasına mı verirsiniz bilmem, kaliteli, sarıcı ve inandırıcı bir oyunculuk. Maksadı güldürmek olmayıp güldürenlere ayrıyeten hastayımdır, ve aslında doğal olan da budur. Kim gerçek hayatında Cem Yılmazcılık oynarki? Julia da hayatını yaşarken güldürüyor, eğlendiriyor. İlginç olan nokta ise hayatının o kadar da ilginç olmaması. Kadınların çoğunun depresyon nedeni olan evde oturup yemek yapmak Julia için o kadar da dert değilmiş, keyif almasını bildiğin zaman. En iyi yaptığı işte en iyi olmak aslında kilit nokta. Soğan sahnesi ise buna en güzel örnek olsa gerek.

Amy Adams (Julie Powel) ise bana daha çok Isla Fisher'i andırdığından olsa gerek daha ilk sahneden bağladı beni. Sevimli, ilk başlarda ne yapacağını bilmediğinden depresif, taze gelin, devlet dairesinde memur bir bayan. Onun hayatında da ilginçlik yok aslında, hatta yaptığı iş itibarı ile psikolojisi bile bozuk ama bunlar insanın hayattan keyif almasına engel değil işte. Yalnızca tek bir şey bile yetebiliyor hayatı taze frambuazlı pasta tadında algılamaya.

Julie Powel'ın hayatı ilk blog'unu açmasıyla değişmeye başlıyor. Gerçek bir hikaye dedik ya işte o blog:
http://blogs.salon.com/0001399/2003/12/11.html

Julie Powel:
http://2.bp.blogspot.com/_il0rbxkq8mI/SoIBpaH4AAI/AAAAAAAAD-I/zNJgNoT0Ez8/s1600/48396735.JPG

Julia Child:
http://onceuponawin.files.wordpress.com/2009/06/juliachild.jpg
http://www.youtube.com/watch?v=2ohiUbQyDhk&feature=related


İzlemenizi tavsiye ederim. Oldukça keyifli bir kaç saat geçireceksiniz.

http://www.filmarasi.com/Movie.aspx?ID=76478&Name=Julie%20&%20Julia(2009)#

13 Temmuz 2010 Salı

Aşkın huysuzluğu / As Good As It Gets

Uzun zamandır arkadaşlarımın sürekli ısrarlarına göğüs gererek listemde beklettiğim As Good As It Gets (Benden bu kadar) filmini izlemiş olmanın doyumsuz rahatlığını yaşıyorum. Filmarasi'na da uzun zamandır şöyle dolu dolu yorum yazmadığımı da farkettiğimden zamanının geldiğine kanaat getirip iki kelam edeyim dedim.

Huysuz, gıcık, patavatsız, obsesif kompulsif ama şahane bir yazar olan Melvin Udall (Jack Nicholson)'ın değişen hayatından değiştiği anın hikayesi.

Filmde son zamanlarda tanınmış baya da bir oyuncu oynuyor aslında. House'dan tanıdığımız Lisa Edelstein (Lisa Cuddy), Peter Jacobson (Taub)'un yanı sıra Cuba Gooding Jr., Dexter'dan Julie Benz (Rita), Jericho'dan Skeet Ulrich (Jake Green), vs... görüldüğünde mutlu eden insanlar ya da ben çok dizi izlediğimden karakterleri başka yerlerde gördülçe mutlu oluyorum :)

Tekrardan filme dönersek, oldukça başarılı bir film, hatta bazıları için izledikleri en iyi filmlerden diye yorumlar alıyorum. Bence oldukça iyi ama en iyi filmlerimden değil. Jack Nicholson'ın daha iyi oyunculuklarını gördüğüm içindir belki de. Helen Hunt'ın belki de en iyi rolüdür ona bir şey diyemem, zaten buradaki oyunculuğu ile en iyi kadın oyuncu Oscar'ını aldı.

Melvin karakterinin aşkını açıklayamaması ve kimsenin anlamaması için dışa vurduğu huysuzluk görülmeye değer.


- Nasıl oluyor da kadınları bu derece iyi yazabiliyorsunuz?
- Bir erkeği düşünüyorum, sonra da mantık ve sorumluluğu çıkarıyorum

****

- Nasıl desem...Bir hastalığım var. Doktorum, her zaman gittiğim bir psikolog, benzer vakaların yüzde 50-60'ının ilaçların faydasını gördüğünü söyler. Ben haplardan nefret ederim. Haplar gerçekten tehlikeli şeylerdir. Haplarla ilgili kullanabileceğim tek sözcük budur. Nefret. İltifatıma gelince, bana gelip "asla" dediğin o gece... Tamam, neyse işte, sen de oradaydın, ne söylediğini biliyorsun. Sana iltifatım şu ki... ertesi sabah hapları kullanmaya başladım.
- Bunun neresi bana iltifat onu anlamadım pek.
- Daha iyi bir adam olabilmeyi arzulatıyorsun bana.
- Bu belki de hayatım boyunca duyduğum en harika iltifat.

****

- Dünya'daki en harika kadının sen olduğunu bilen Dünya üzerindeki tek kişi ben olabilirim. Yaptığın her bir şeyde ne kadar inanılmaz olduğunu anlayabilen tek kişi ben olabilirim. Ve Spencer'a karşı nasıl davrandığını bilen. Spence'e. Sahip olduğun her düşünceyi dobra dobra söylemen ve neredeyse her zaman ifade ettiğin her şeyin tamamen dürüstlük ve iyilik hakkında olması. Bence, çoğu insan sendeki bu özelliği gözden kaçırıyor. Onlara yemeğini getirirken  masalarını temizlerken seni izlemelerini, hayattaki en muhteşem kadınla karşılaştıklarının farkında olmayışlarını şaşkınlıkla seyrediyorum. Gerçek şu ki; onların göremediklerini görmek, kendimi daha iyi hissettiriyor.

http://www.filmarasi.com/Movie.aspx?ID=145642

6 Temmuz 2010 Salı

Sen artık sen değilsin



Yokluğunla avunurken bunca kalabalık niye?
ben seni yalnız severdim oysa
ellerin sıcaktı
ve saçların dümdüz, darmadağın olduğumda

Sakarlığımdan kayıp düşerdim sana
yıpranmış bir an'ın zihnimde yıllanmasından
ellerin ateştendi
ve gözlerin bir bahar sabahının aydınlığından

Çok kez gitmiştim senden
geçmiştim aynı bulutun karanlığından
ellerin ıslak olmalıydı
ve ayakların çamura bulanmalıydı yağmurumdan

Bir yudum suydun sadece
gece yarıları uykumun kaçmasına sebep
ellerin sunardı damla damla
ve saçların rüzgarı yaratırdı yalnızlığımdan

Yalandı sana vurulduğum
bütün doğrularımı unuttuğumdan
ellerin sensizlikti
ve gözlerin hayal, gözlerimi kapatıp baktığımdan

Sen artık sen değilsin
lutf et ben de kalsın
ellerin
ve dudakların

06.07.2010 - İstanbul

Fatih Çelik

1 Temmuz 2010 Perşembe

The Invention of Lying / Yalan söylemek hiç bu kadar zevkli olmamıştı

Herkesin doğru söylediği bir ortamı düşünün, "yalan" kelimesi ve tanımının boşlukta yankılandığını, insanların yalan söylemenin yani olmayan bir şeyi söylemenin anlamsız olduğunu düşündükleri bir ortamı.

"Yalan", ilk kim buldu acaba. Yoksa insan yaratıldığı andan itibaren var mıydı genlerinde? İlk belki beyaz renkte peyda olmuştur kim bilir. Birini kırmamak için ya da paçayı kurtarmak için mi söylenmiştir, yoksa sırf art niyetli mi? Hangisi bilmiyorum ama şu an yalansız bir dünya düşlemek imkansızın ötesinde olsa gerek.

Filmin çıkış noktası burası, oldukça orjinal ve farklı bir konu. Filmi senaryo, oyunculuk ve yönetmenlik olarak ele alırsak, hepsinin "eh işte" noktasında olduğunu söyleyebilirim ancak konu [senaryo değil] ve detaylarda farkı az biraz kapatıyor ve izlemesi keyifli en azından takip edilebilir bir hal alıyor. Farklı film arayanlar için ganimet gibi.

Yalan söylemek kötü bir şey ama filmden de anlaşılacağı üzere onsuz yaşamak da çok tatsız, suratına karşı bütün kusurlarını söyleyen hep birileri var karşında, özelin, gizlin, saklın yok, çünkü sorulunca doğruyu söylemek zorundasın, her şey herkes tarafından biliniyor, depresif bir yaşamın kaynağı gibi. Ama tabi film olduğu için abartılar da mevcut, olmasaydı kötü olurdu o da ayrı mevzu.

Neyse efendim, diyeceğim o ki tecrübe etmek için izlemenizi tavsiye ederim.

not: filmde Edward Norton da var, kısa bir rol ama var işte :)

http://www.filmarasi.com/Movie.aspx?ID=565397