23 Haziran 2010 Çarşamba

Çanakkale geçilmedi ama...

Bu hafta sonu ani bir kararla Çanakkale'ye gitmeye karar verdik. Önce Assos harabelerini sonra da Çanakkale şehitliklerini ziyaret ettik. Benim ilk gidişimdi, hep duyardım her TC vatandaşının gidip görmesi gerektiğini ama bu denli hem fikir olacağımı tahmin etmiyordum.

İlk şehitliğe ilk adımımı attığım anda ürperdim, hilal şeklinde yapılmış olan temsili mezarlıklar ve bitiminde Türkiye bayrağının hemen altında yıldız, gökyüzünden bakıldığında bayrağımızın şekli yani, tasarım muhteşem ama etkileyen şey bu değil. Hilalin kenarlıklarında yazılı olan, Osmanlının adını sanını duymadığım şehirlerinden, Anadolu topraklarından, Rumeliden gelip şehid düşenlerin ismi idi beni o denli etkileyen. Henüz 14-15 yaşlarında şehid düşmüşlerdi bir kısmı. 30000 Osmanlı vatandaşı, Türk, Kürt, Çerkez, Arap, Arnavut, Gürcü... İzmir, Denizli, İstanbul, Kırşehir, Ankara, Diyarbakır, Tunceli, Hakkari, Kudüs, Şam... Adlarını bildiğimiz / bilmediğimiz Ahmet oğlu Mehmetler... Dünyaya meydan okurcasına, aç, susuz, yersiz, yurtsuz, kurşunsuz, bombasız, sadece Allah ve Vatan için, özgürlük için canını feda eden Mehmetler... yardım gelmeyince süngüyle taarruza geçip ölüme koşan Yahya çavuş ve arkadaşları gibi nicesi o toprakları kanları ile suladılar. Bir değil beş değil on binlerce vatan evladı şehid düştü, on binlercesi gazi oldu, eşlerini çocuklarını kaybetti gelinler anneler, insanlar her şeylerini yitirdiler. Ürpertici bir manzara. Heleki aklınıza şunu getirirseniz daha bir anlamlı. Gördüğünüz şehitlikler, anıtlar hepsi temsili olarak dikildiler, yani aslında Mehmet Akif'in de dediği gibi

Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı

hiç birinin mezarı yok, bastığımız yerlerde çoğunun bedenleri. Böyle bir ecdadın torunları olmak inanılmaz gurur verirken, diğer taraftan o dönemde yaşadıklarını hayal etmeye çalışırken gördüklerimle yerle bir oluyorum.


Kendi hayalimde canlandırdıklarımı paylaşayımki aynı dilden konuşalım (Bir Mehmed'in gözünden):

Memleket işgal altında, vatanın başında kim var belli değil, Osmanlı çöküyor, Hükümet "sus", Mustafa Kemal diye biri "susma" diyor. Kimse tanımıyor Mustafa Kemal'i, vatanı müdafadan bahsediyor, düşmanın yaşadığımız yerleri işgali söz konusu. Koyunları otlattığım bu yerlere dilini anlamadığım insanlar gelecek, söz söyleme hakkım olmayacak, keyfiyetle öldürebilecekler komşularımı, belki de beni. Kutsalıma el sürecekler, yok edecekler. 


Mustafa Kemal'e kulak veriyorum, başarabileceğimizi söylüyor, inanmak istiyorum sözlerine ama elde avuçta bir şey yok. Yalnızca ben ve benim gibi vatan evladları... Komutanlar geliyor mahallemize, toplanıyoruz meydanda. Yiğenim yanımda, daha 14'üne yeni basmış, "ne olacak dayı" diyor ergenlik sesiyle, biliyorumki ne desem yalan olacak, havada kalacak, "korkma" diyorum saçlarını sıvazlarken "Allah'ın izniyle her şey yoluna girecek". Bir an gülümsüyor.  


Yola çıkma vakti geliyor, son kez bakıyorum yaşadığım topraklara. "Allah bir daha görmeyi nasip etsin" diyorum annemin gözyaşlarımı görmesinden korkarak. Hemen yanıbaşımda, başı eğik, elleri ağzında, ağlıyor ama o da benden çekiniyor üzülmeyim diye. Son kez sarılıyorum, öyle bir sarıyorumki, öyle bir sarıyorki kollarını hiç bir güç ayıramayacakmış gibi hissediyorum. Elini öpüyorum sonra, "Hakkını helal et" diyorum bütün gücümle, "Helal olsun" diyor sesi titremekli. babam cepheye gideli çok olmuş, haber yok, anneme dönüp "Haber alırsam mektup yazarım" diyorum, bir başına kalıyor geride. Her adımımda arkamı dönüp bakıyorum ve inanamasam da anneme bakıp sesleniyorum "Anacım geri döneceğim"


Cepheye yürüyoruz, geceyi ve gündüzü saymayı bırakıyorum bir kaç gün sonra. Geçtiğimiz yerlerde şehid haberlerini alıyoruz, insanlar korkuyor, camilerde milletin salahiyeti için dualar okunuyor sürekli. Hep kadın ve çocuklar var sokaklarda. Ekmekle su veriyorlar sağolsunlar, elde kalan son şeyler belki de. Ama kendilerine saklamıyorlar, çünkü onların da evlatları asker ve onlar da bizim gibi açlar. Her geçtiğimiz yerde kendi analarımızdan ayrılıyor gibi hüzünleniyoruz.


Birliğimize vardığımızda silah talimleri ve eğitimler alıyoruz. Her şeyden önemlisi neden orada olduğumuzu gözlerimizle görüyor, başımıza neler gelebileceğini idrak ediyoruz. Ölümü hiç bu kadar yakın hissetmediğimi anlıyorum o an. Herkesin yüzünde ölümün kabulünü görebiliyorum, yiğenim omzunda silahla "Dayı hakkını helal et, ayrılıyoruz biz, Allah şehitlikle mükafatlandırsın hepimizi" diyor. Ölüme gidiyor, bile bile, mutlulukla. Bütün şüphelerimdem sıyrılıyorum, yiğenimden başka bir birliğe, başka düşmanlarla savaşmaya, aynı korku ve güçle yürüyorum.


Yeni birliğimize bir adam geliyor. Komutan olduğu belli, sarı saçlı mavi gözlü. "Mustafa Kemal" diyor Van'lı Süleyman, bir ona bakıyorum bir komutana. Her ikisini de tanımıyorum ama yanımda oldukları için mutlu oluyorum. Komutana selam duruyoruz, o da bizi selamlıyor, bir askerin önünde durup yüzüne bakıyor, yüzünü yere eğiyor, tekrardan dönüyor. "Nerelisin, kaç yaşındasın çocuk" diyor "Trabzonluyum komutanım, 13 yaşındayım" diyor çocuk, olabildiği kadar asker olarak. Herkeste zifiri sessizlik, komutan selam duruyor karşısında "Bu vatan sizlere çok şey borçlu, bu toprakları vatan yapan sizlersiniz" diyor, hep birlikte "sağol" diye bağırıyoruz.


Gün ağırırken savaşacağımız Cepheye varıyoruz. Siperlere girip mevzilerimizi alıyoruz. Etrafda yaralılar, cesetler var, kan kokuyor, kimileri hala yaşıyormuş gibi kenara yığılmışlar, ölmüşler, kimisinin kolu bacağı yok. Hiç korkmadığım kadar korkuyorum ölmekten, acı çekmekten. Elimdeki tüfek titrerken komutan ateş emri veriyor ve ateş etmeye başlıyoruz. Kimseyi öldürmemişim o zamana kadar, öldürmek kötü diyor Kur'an ama din ve vatan düşmanını değil, ve karşıdaki düşman, ama karşıdaki insan, ama ben onu öldürmezsem o beni öldürecek, gözlerim kapalı ateş ediyorum. Yanımda düşmana küfrederek ateş eden Denizli'li Osman bir anda "Ah" diyor, başından vuruluyor ve ölüyor, daha demincek tütünümü paylaşırken geride bıraktığı 2 yaşındaki oğlu Mehmet'i anlatıyordu oysaki. Komutan taarruz emri veriyor Osman düşerken, süngüleri takıyoruz tüfeklere.


Artık anlıyorumki sonuna geldim hayatın, vatan uğruna ölmeye gidiyorum, anamı, babamı ve benimle yola çıkan yiğenimi düşünüyorum, Allah'a emanet ediyorum her birini, tek tek. Gözlerimi kapıyorum, ellerimi açıyorum "Ya Rab! Vatanı ecnebi merhametine bırakma, beni bu uğurda şehid eyle" diyorum
Siperlerden çıkıyoruz, kulak veriyorum silah seslerinin arasından çıkıp yeri göğü inleten sese... "Allah Allah Allah Allah..." yüzlerce insan, ellerde süngüler, düşmana koşuyor, hem de nasıl bir koşuş, vadedilmiş bir hazineye varıyoruz sanki.


Düşmanla burun burunayız, bir iki derken öldürdüğümün de insan olduğunu artık düşünmüyorum, daha az acı veriyor ellerim kana bulanırken, tıpkı yerde yatan vatandaşlarıma düşmanın baktığı gibi. Birden omuzumda inanılmaz bir acı hissediyorum, geriye doğru yalpalıyorum, dönüp baktığımda bir delikten kan akıyor, vücudumdan kan akıyor, kendi bedenime yabancılaşıyorum. Daha ağır ama daha güçlü atıyorum kendimi öne, koşmaya devam ediyorum. Sonra bacağıma giriyor bir kurşun ve karnıma sonra, düşüyorum. Acı gitgide artıyor, ağlıyorum, bu vakitte ölmeyi yediremiyorum kendime, yüzümü yerden kaldırıp ufka bakıyorum. Şehadete koşanları görüyorum ve anlıyorumki "bu vatan bizim ve bizim kalacak, çünkü uğrunda ölenler bundan gurur duyanlar". 


Yüzümü sağa çeviriyorum, gözlerimi acılar içinde açtığımda donakalıyorum. Babam. O da benim gibi şehitliğe ermekte, zar zor nefes alıyor, ellerini tutuyorum. Göz göze geldiğimizde birer damla gözyaşı dökülüyor gülümseyen yanaklarımıza, kalan son gücümüzle ellerimizi kenetliyoruz birbirine ve son nefesimizle başlıyoruz "La ilahe illallah Muhammeden resulullah", babam susuyor birden, ardından ben de susuyorum.
 




Hikaye olarak aklımdan geçenleri paylaştım sadece, gerçek bütün hayallerden daha hüzünlüydü o zamanlar, şimdiki koşullarda resmedilemeyecek kadar zordu. Mutlaka görülmesi gereken bir yer, milli bilinçten, dini görüşten uzaklaşmış nesillerin bazı şeylerin idrakına varmaları için gerek duydukları tek yerdir zannımca. Ama konumuz ne o ne bu, konumuz biz bugün bu hale nasıl geldik de birbirimizi öldürmeye başladık?

Mevzu bahis vatan olunca geri kalan her şey önemsiz kalıyor. Hele ki uğrunda ölenleri düşününce tek karış toprağını vermeyi bile düşünmek istemiyor insan. Dikkatinizi çekerim bunun milliyetçilikle bir alakası yoktur, aksine milliyetten bağımsız vatan fikridir bizi bu topraklarda yaşatan. Bu günlerde de en çok bu koyuyor bana. Çanakkalede verdiğimiz 30000 şehidin üzerinden geçen onca zamanda bir o kadar daha insanımız öldü, Çanakkalede ecnebi bir topluluğa karşı nefsi müdafa hakkımızı kullanarak aslanlar gibi savaştık ve yedi düvele bu toprakların bizim olduğunu gösterdik, herhangi bir iç kimliği düşünmeden. Ancak bugün birbirimizi öldürmek için karşılıklı olarak milyarlarca dolar harcıyoruz ve sonuçta da elimizde kalan birbirimizin kanı oluyor sadece, vatan toprağını kardeş kanı ile suluyoruz. Her iki tarafta da birbirine komşu anneler ağlıyor, aynı yaşlarda, aynı sınıflara giden, aynı kitabı okuyup aynı şarkıyı söyleyen çocuklar yetim kalıyor, biz erkekler ve erkek gibi kadınlar elimizdeki silahları birbirimize doğrultmuş öz vatanımızda yurtsuz kalmış gibi soru sormadan birbirimizi vuruyoruz.

Bu savaşı ilk kim başlattı, ilk kimler kardeşi kardeşe düşman etti, ilk kim kurşun attı, ilk kim öldürdü bilmiyorum ama Allah hepsinin belasını versin diyorum. Hangi taraftan olursa olsun, savaşı başlatanlar bu vatana ihanet edenlerdir.

Bir Kürt arkadaşım şehitlikleri gezerken ve Tunceli'li bir şehidi gördüğümüzde şu sözleri sarf etti: "Vatanı uğruna ölen bu insanı korumak için atılan bomba şimdi kendi topraklarına atılıyor". Düşündüm, bir cevap veremedim, çünkü bu savaşta haklı bir taraf yoktu, sadece sonuç vardı ve hem o hem ben üzülüyordum böyle olmasına. Oysaki ne ben ne de o milliyetimizi seçebilmiştik. Seçme hakkımız olmayan bir şey içindi savaşımız.




"Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır." - Hucurat Suresi


"Ey İnsanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdemin çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, Ondan en çok korkanınızdır. Arabın Arap olmayana takvâdan başka üstünlüğü yoktur" - Hz. Muhammed - Veda Hutbesi


Son 197 günde 65 şehit verdi bu ülke. Karşı tarafın zaiyatını bilmiyoruz bile. Ölenlerden ikisi asker bile değil, birisi henüz 17 yaşında genç bir kız, diğeri daha 2 aylık evli bir hanım kız, şehit askerlerden birinin eşi Kardelen Ayşe diye bildiğimiz Doğuda okuma seferberliğinin sembolü. Bana hiç kimse açıklayamaz bu olanları, genç yaşta ölenlerin neden öldüğünü. Artık mevzu vatan istemekten, hak talep etmekten ya da vatanı korumaktan çıkmıştır. Mesnetsiz bir savaşın ortasında dipsiz bir kuyuya düşüyoruz.

Bu toprağın insanı inatçıdır, yenilgiyi kabul etmez, hatalı olduğunu kabul etmez, her iki taraf da bu topraklardan yetişen insanlar, her iki taraf da inatçı, her iki taraf da çekilmeyecek ve bizler sırf inadımız yüzünden ölmeye devam edeceğiz.

Ben bu savaşın ortasında doğdum, büyüdüm ve yaşlanıyorum, savaş devam ediyor, zamanında ne yaptığını bilmeyen dangalakların yüzünden başlayan savaşa artık ölü adayıyım, benim isteğim ve gücüm dışında gelişen hem de en önemsiz bulduğum milliyet yüzünden böyle bir adaylığa layık görülüyorum. İnanmadığım bir şey uğruna nasıl savaşabilirim? Vatan mevzu bahis olduğunda elbette görevimi ifa edeceğim ama milliyet benim için kutsal değildir, özgürlüğümün teminatı ve asıl kutsal olan Vatan'dır ve vatan şu an savaşmaya devam eden herkesindir.

Sloganlarla bu savaşı savunuyor her iki taraf da, şehitlik mertebesiyle avunuyor / avutuluyor her iki taraf da, anlamıyor musunuz yahu yitip gidenler bu ülkenin geleceği, insanlar ölüyor dışarıda, okumuş, evlenmiş, evlenecek, baba olacak, bir gelecek planı olan insanlar, askerliği bitirip gelmeyi, önlerinde uzun bir ömür olmasını umut eden 20'lerindeki gençler onlar, evlatlarımız, abilerimiz, kardeşlerimiz... 20 yıllık savaşta gelinen nokta 30000 insanın canına kıymaya değdi mi sizce? Peki değmesi için daha kaç canı kurban edeceğiz bu yolda?

Çözüm nedir? Çözüm sensin, çözüm benim, çözüm biziz. Bu savaş silahlarla bitirilemeyecek bir savaştır. Çünkü savaş ilk kurşun atıldığı andan itibaren siyasi bir boyut kazanmıştır ve ölümler kötü niyetli siyasete güç vermekte. Çözüm savaşın gereksizliğini anlamakta yatıyor, bu vatanın hepimizin olduğunu anlamamızda yatıyor, yorgan gitti kavga bitti noktasına gelmeden kendimize çeki düzen vermemiz gerektiğini görmekte yatıyor.

Tamamına yakını müslüman olan bir ülkede, Allah'ın ve Peygamberinin kapı gibi sözleri dururken, milliyeti savunup sırf bu yüzden adam öldürmek mantıklı gelmiyor bana, bir terslik var bu işte. Her şeyimiz "sözde" kalıyor artık, ben buradan bunu anlıyorum.

Bu savaşı bitirmeye yönelik Vatan'ın bölünmesi harici her türlü fikir dinlenilmeli, değerlendirilmeli ve acı verse de uygulanmalıdır, yoksa inat uğruna ölmeye devam edeceğiz. Bizlere düşen görev susmamak, Vatan'ın sadece haritasal bütünlüğüne değil içindeki değerlere de sahip çıkmak, bunu sağlayacak olan siyasi iradeye destek vermektir.

16 Haziran 2010 Çarşamba

Seni yerlerde göklerde bulamazlarken, bende gizli olduğunu sezenler olmuş



İllaki birisi vardır derinlerinde, hüznünün kaynağı, pişmansan pişman olmana sebep, mutluysan mutluluğun sembolü, her zaman birisi vardır, en azından "O" hayaline sahipsindir, bir gün gözlerini diktiğin kapıdan adımını içeri atacak biri.

Sevgiyi ilan edercesine yan yana, diz dize, göz göze olamaz bir takım hüzün bağımlıları, öyle öğrenmiştir çünkü büyük aşklar kolay olmayanlardır diye, bir anda olup bitiyorsa bir terslik vardır çünkü, sınavda kolay soruları gören öğrencinin "kesin bir pislik var" deyip aynı sonucu defalarca bulması gibi. Aşk'ı gözünde büyütür, ulaşılamaz yapar, uzanamayacağı yere koyar ve nihayetinde ulaşamaz, aşkın hüznüne alıştırır, kendini kedere bağımlı yapar aşkın eşik değerini artırırken. Saklı tutar sevgilinin ismini, cismini, kimse ona aşık olduğunu bilmesin ister ama herkes aşık olduğunu bilsin ister.

Türkü ve içli şarkıların alayında böyledir. Her şey "O"na yazılır, söylenir ama onun bir ismi yoktur. Söyleyen aşık olduğunu bas bas bağırır ama sevgili gizlidir. Belki buna korkaklık diyebiliriz, kendini ya da aşkını sevgiliye ifade edememe korkusunun dile vurması olabilir. Belki öyledir, belki değildir. Ama bu tür şarkıların ve şiirlerin yeri başkadır benim  için.


seni yerlerde göklerde bulamazlarken...
bende gizli olduğunu sezenler olmuş...
dumlu dumluymuşsun yüreğimde..
kımıl kımılmışsın bileklerimde...


domur domur ter ışıl ışıl fer
ellerimde gözbebeğimde..


aramızda dağlar yollar yıllar var iken...
beni sana sımsıkı sarılı görenler olmuş...
sargın yaprakmışım dallarına
yangın toprakmışım yağmurlarına...


türkü olmuşsun... umudummuşsun
sevdama yarınlarıma...

14 Haziran 2010 Pazartesi

Zannetme ki pişmanlık mutluluk kadar ırak




git iş işten geçmeden, çok geç olmadan vakit
günahıma girmeden katilim olmadan git

git de şen şakrak geçen günlerine gün ekle
beni kahkahaların sustuğu yerde bekle

git ki siyah gözlerin arkada kalmasınlar
git ki gamlı yüzümün hüznüyle dolmasınlar

madem ki benli hayat sana kafes kadar dar
uzaklaş ellerimden uçabildiğin kadar

hadi git benden sana dilediğince izin
öyle bir uzaklaş ki karda kalmasın izin

kahrımın nedenini söylesem irkilirler
çünkü herkes beni Kays seni Leyla bilirler

sanırlar ki sen beni biricik yar saymıştın
oysa ki hep yedekte hep elde var saymıştın

hadi git ne bir adres ne bir hatıra bırak
zannetme ki pişmanlık mutluluk kadar ırak

sanma ki fasl-ı bahar geldiği gibi gitmez
sanma ki hüsranını görmeye ömrün yetmez

her darbene tahammül edecektir bedenim
gururum mani olur perişanıma benim

yari Ferhat olanın ellerle ülfeti ne?
Şirin ol katlanayım dağ gibi külfetine

henüz layık değilken tomurcuk kadar aşka
sana gül bahçesini kim açar benden başka

hercai arılara meyhanedir çiçekler
kim bilir şerefinden kaç kadeh içecekler ?

madem aşk tablosunun takdirinden acizsin
git de çağdaş ressamlar modern resimler çizsin

ne vedaya gerek var nede mektuba hacet
git de Allah aşkına bir selama muhtac et

güllere de aşk olsun gene sen kokacaksan
fallara da aşk olsun gene sen çıkacaksan

kopsun nerden inceyse artık bu bağ bu düğüm
her gece daha berbat daha vahim gördüğüm

korkulu düşlerimi yorumdan kaçırıyorum
sırf sana üzülüyor sırf sana acıyorum..!

git iş işten geçmeden çok geç olmadan vakit
günahıma girmeden katilim olmadan git...

hadi git..............

- Cemal Safi -