20 Mayıs 2012 Pazar

Just a beginning

Sarhoş olmak ister insan, bazen... Hava boğar, su kurutur, dostlar acı verir... Çareyi içmekte bulur, bir süreliğine de olsa kaçmak için tanıdık her şeyden... Ancak farkına varır bir müddet sonra, unutulan her şey yeniden hatırlandığında, olduğundan daha büyük döner.

Hayatta son diye bir şey yok... Her şey yeni bir başlangıçtan ibaret. Yitirilen şeylerden sonra kimi zaman karamsarlığa düşer insan, "yaşayamam" der kadere baş kaldırırcasına, "Her şey bitti" der yeniden başladığının farkına varmadan. Hayat oyunlarla doludur, biri bitmeden hazırlanır diğeri ve insan oyunu oynamakla mükelleftir. Bu yüzden bütün dinlerde oyunun yarısında çıkıp gitmek günahtır, yazıktır onca hazırlığa.


O ki, sedâsına yandıkça bütün mahlûkat, 
Arş-ı Alâ'da Ezel kasrına çıkmış yedi kat, 
Geriyor hüsn-i ilâhîsine atlas perde... 
En güzel vuslatı tattırmak için mahşerde 
Bize, gündüz gece, zehrettiği hicrâna şükür.

- Faruk Nafiz Çamlıbel / Hamd-ü sena -

13 Mayıs 2012 Pazar

The infinite madness



Bir çakıl taşını olduğu yerden alıp dibi görünmeyen bir kuyuya bırakırsın, ne kadar derin olduğunu anlamak için. Taşı, aldığı yolu, kuyuyu ve dibini bilmezsin ama merak edersin, "ne kadar derin?", taş yol aldıkça dinlersin katettiği yolu, çarptığı kayaları, o son sesi beklersin ya da sessizliği.

Aşk da böyledir, bir fikri alırsın olduğu yerden, bırakırsın sevgilinin gözlerine. "Acaba ne kadar sevebilirim onu?" dersin. Taş düşer, fikir düşer, gönül düşer dipsiz kuyuya. Daha bırakırken bilirsin aslında çıkaramayacağını ama merak işte. Fikir yol aldıkça dinlersin katettiği yolu, yüreğinin çarpışlarını, o son sesi beklersin ya da sessizliği.

Aşk sabır ister, zikrini, emeğini. Dile düşmek ister, dillendirilmemek. Sıkı pazarlıkçıdır, her şeyini ister, sahip olduğun olmadığın, karşılığında bir hoş söz, bir sıcak tebessüm vadeder en fazla, maksat ayağın alışsın. Fikir yol aldıkça o son sesi beklersin hep, korkarsın bir gün duyacağından.

Ah be çocuk! Kuyuya taş atmak deliliktir.

The Unknown artist




Ah be çocuk! Uzunca bir romanın ortasında bir yerde kaldığın yeri kaybedersin ya, bir anlık gafletinle kayıverir yapraklar ellerinden, kitap kapanı verir kucağına, küfür kıyamet sayfaları karıştırırsın tekrardan, geçtiğin sayfaları, okuduğun hikayeleri tekrardan okursun, "işte buradaydım" diyene kadar söylenirsin ya, öyle değil miyiz biz de şu anda?

İnsan, hayat denen romana bir kitap aralığı takamıyor ki, şimdi şu anda hangi sayfada, ne kadarını okudu, ne kadarı kaldı bilemiyor ki. Her gün mazi gözünde canlanmıyor mu, kaldığın yeri hatırlatırcasına? Ah be çocuk! ne kadar yaşarsan o kadar çoğalıyor tekrarlar.

Bir filmden çok tiyatroya benziyor hayat, geriye alıp tekrardan yaşayamıyorsun hafızanda yer etmiş hatıraları. Bir yerden sonra zamanında kötü olan anılar da gülümsetiyor, özletiyor güzel olanlar kadar. Yaşanmış bir anı değişemiyorsun başka bir anla, hep başa dönme özlemi, hep gidene hasretiz.

Ah be çocuk! Tam şu anda okuyorsun bu satırları ama az sonra unutacaksın yine kaldığın yeri.

8 Mayıs 2012 Salı

The Unknown track



Ateş-tenim dokunma sevgili, dudaklarımda zehr-i saadetin. Korkmaya alışmışım çocukluktan, üç harflilerden, bozulur diye mutlu olmaktan, göz yaşına döner diye kahkahalar, ben tahtaya vururum, kendi saçımı kendim çekerim. Aşk da üç harflidir, dokunma sevgili.

Ne çok duvar var, ne çok mani. Bu topraklar mıdır ki bize hüznü sevdiren? Toprak her can verdiğine şükrü öğretirdi bir zamanlar, sahip olunanla mutlu olmayı. Çok mu şehirli olduk, toprağa - dokunmak artık kirlenmek değil de ne?

Ah be çocuk, korkuyorum anlatamamaktan. Bir yerden sonra insan idareyi korkularına devrediyor. Çok sık olmuyor güzel şeyler, ya da göz görmüyor kirliliğin kalabalığında. Nadir olandan korkuyor insan, sahiplenmekten, sevmekten. Ve bir gün kaybetmekten. Elinden bir kez kayıp düşürmene bakar bardağın kırılması. Ah be çocuk, korkuyorum sana kanmaktan.

Ateş-tenim dokunma sevgili, dilimde zehri sözcüklerin.

3 Mayıs 2012 Perşembe

Yarım yarım

Kelimeler kırık döküktür kimi zaman
ne kadar bir araya getirmeye uğraşırsan uğraş, en az bir parçası eksik kalır

yarım yarım konuşuruz
yarım yarım anlaşırız









zaman çabuk çabuk geçiyor monna;
saat on ikidir,söndü lambalar.
uyu da turnalar gelsin rüyana,
bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar
zaman çabuk çabuk geçiyor monna.

- Sezai Karakoç / Mona Rosaa -