1800'lü yıllarda yaşamış olan John Keats'in Bright Star / Parlak Yıldız adlı şiirinin var oluş hikayesini anlatıyor filmimiz. Filmde geçen şu cümleler aslında filmi az da olsa anlatıyor:
"Şiir sadece şiirsellikten ibaret değildir. O, var olmuş en şiirsellik dışı şeydir."
Film, şiirsel bir ahenkle ilerlese de şiirsellik dışı bir düzene ya da kafiyeye ve yahut şiirsel bir mübalağaya sahip olmayan gerçeklere sırtını dayıyor. Kendine hayran bırakan şiirin, nasıl ortamlarda ne şartlarda oluştuğunun 2 saatlik güncesini ekranda taşıyor. Bunu yaparken şairinin hikayesini ve acıklı sonunu paylaşmayı ihmal etmiyor.
Normal sinema seyircisini zorlayacak bir akışa sahip, aksiyon ya da şaşırtıcı olaylar içermiyor, sadece aşktan, aşkın durgunluğundan ve bağlılığından bahsediyor. Eğer ki durgun filmlerden hoşlanmıyorsanız sıkabilir biraz. Film biraz uzun gelebilir, anlatmak istediğini daha kısa sekanslarla anlatabilirdi ama neticede yönetmenin tercihidir ve kötü olduğunu söyleyemeyiz.
Bahsettiğim durağanlık aşkın oluşumunu anlatmakta çok başarılıydı. Sinemanın çok sevdiği "ilk bakışta aşk" olgusunu bir kenara bırakırsak geriye kalan "bağlılık"ı ancak "saygı" ile anlatabiliriz. Filmin konusuna "birbirine saygı duyan ve aşklarının olgunlaşmasını zamana bırakan iki sevgilinin hikayesi" dersem yanlış olmaz sanırım. Bir şiiri anlatan şiir gibi bir film. Görsel olarak olayların oluş şekline göre şekillenen doyurucu bir film.
Ben Wishaw'ı, "Perfume: The Story Of A Murderer"dan sonra izleme fırsatı bulduğumda anladımki bu adam hakikaten bir romanın içerisinden fırlamış gibi. Romanları ve eski dönem hikayeleri müthiş canlandırıyor. Takip etmekte fayda var.
Parlak yıldız, senin gibi sarsırmaz durabilir miyim?
Semada asılı Ione'un ihtişamı dururken olmaz.
Ve izliyorum, ebediyen kapanan iki göz kapağıyla
Doğanın dayanıklılığı gibi, uykusuz keşiş
Papazın görevi, hareket eden sular
Dünya'nın kıyılarına saf bir boy abdesti
Ya da günahkar bir maskeli baloya bakan gözler
Dağları ve kırları kaplayan karlar
Hayır, hâlâ sarsılmaz,
Güzel aşkımın olgun göğsünü yatırdım yastığa,
yumuşak iniş ve çıkışlarını
hissetmek için sonsuza kadar
Ebediyen tatlı bir huzursuzluktan uyanmak
Yine de, yine de aldığı o
hassas nefesi duymak
Ve sonsuza kadar yaşamak,
ya da bayılıp, ölmek
bright star, would i were steadfast as thou art —
not in lone splendour hung aloft the night
and watching, with eternal lids apart,
like nature's patient, sleepless eremite,
the moving waters at their priestlike task
of pure ablution round earth's human shores,
or gazing on the new soft-fallen mask
of snow upon the mountains and the moors —
no — yet still stedfast, still unchangeable,
pillow'd upon my fair love's ripening breast,
to feel for ever its soft fall and swell,
awake for ever in a sweet unrest,
still, still to hear her tender-taken breath,
and so live ever — or else swoon to death.
John Keats / Bright Star