18 Eylül 2010 Cumartesi

In The Name Of The Father / Tanrılar kurban istiyor!


Daniel Day-Lewis ve Pete Postlethwaite'in başrollerinde oynadığı yaşanmış bir dramdan ekrana taşınan oldukça etkili ve ürkütücü bir film. Ürkütücülüğü "adalet" olgusunu sonuna kadar sorguluyor olması ve bu sorgulamayı 1970'lerde yaşanmış gerçek bir hayat hikayesine dayandırıyor olması. Öncelikle gerçek hikayeden bahsedeyim, filmin yorumlanmasına sonrasında devam edeyim.

****İpucu olarak değerlendirecekler okumayabilirler.*****

1970'li yıllarda Irlandada yaşayan Gerry Conlon, IRA (Irish Republican Army / İrlanda Cumhuriyet Ordusu) ile yaşadığı sorunlar nedeni ile İngiltere'ye yolculuk eder. İngilterede hippi arkadaşlara takılır bir müddet, kafa güzel, cepte beş kuruş parasız gezer tozar. Bir gün Guilford adı verilen askerlerin geldiği bir barda büyük bir patlama olur. 5 kişi ölür ve onlarca kişi yaralanır. Polisin muhbirlerinden, Gerry'nin arkadaş grubundan biri polise sadece Gerry'nin IRA ile ilgili konuştuğunu, İrlandalı olduğunu ve sorunlar yaşadığını söyler. Polis bunun üzerine Gerry'i 3, arkadaşını ve ailesinden babası da dahil 7 kişiyi göz altına alır. Bunların arasında henüz reşit olmamış 2 çocuk da vardır. Polisler, tam o dönemde çıkarılmış bir yasaya göre hareket ederler. Yasaya göre milli tehdit oluşturduğu düşünülen kişiler 7 güne kadar sorgusuz sualsiz göz altında tutulabilirlerdi. Polisler eline geçen yetkiyi illegal olarak kullanır ve işkence altında Gerry ve arkadaşlarından yazılı olarak suçu işlediklerine dair itiraf alırlar. Hukuk mücadelesi 15 yıl sürer. Babası Giuseppe Conlon hapishanede akciğer yetmezliğinden ölür. Dava yeniden açılır, Polisin sakladığı ve sonradan avukat Gareth Peirce tarafından şans eseri ortaya çıkarılan kanıtlar eşliğinde dava yeniden görülür ve masumiyetleri ispat edilir.

****İpucu olarak değerlendirecekler okumayabilirler.*****

İzlemeye başladıktan sonra bana Pardon filmini hatırlattı. Türkiye'de yaşanmış bir olayda 3 kişinin haksız yere 6 yıl hapis yatması hicvedici bir dille komediye vurularak işleniyordu. Burada ise dram ağırlıklı anlatılıyor hikaye. Filmi izleme kararımı vermemde en etkili oyuncu  Pete Postlethwaite oldu. İzlediğim filmleri arasında bir tek kötüsüne denk gelmedim. Öne çıkıp diğer oyuncuları gölgelemek ya da başrol peşinde koşmak niyetinde olmayan sanatını muhteşem derecesinde ortaya koyan bir insan. Her canlandırdığı karakteri ağzım açık izliyorum. Bu filmde de beni yanıltmadı ve oyunculuğu ile en öne çıkan isim olmayı başardı.

Hikaye sunum olarak gayet başarılı ve anlatmak istediğini doğru ve sıralı biçimde anlatıyor. İzlemeye fazlası ile değer bir film. Tek başına bir film olarak değerlendirmek aslında yanlış olur. Bu tür filmler insanlık tarihine birer hediye olarak sunuluyor çünkü. Doğru ve tarafsız anlatılması çok çok önemli. Çünkü insanların aklında Gerry Conlon'ın gerçek hikayesi değil, filmde izledikleri hikayesi kalacaktır. Görsel iletişimin en büyük artısı ya da eksisi de bu. Yanlış anlatıldığı takdirde izleyen ve gerçeği okumaktan üşenen kişilerde yanlış etkiyi çok çabuk ve güçlü biçimde gösterebilir.

Bahsedilen olaylar tarihte "Guildford Four and Maguire Seven" olarak geçiyor. Bu İngiliz adli tarihinde ilk değil, bu olayın gerçekleşmesinden bir sonra yaşanan başka bir olayda da [Birmingham Six] 6 kişi "yanlışlıkla" ömür boyu hapse mahkum ediliyor, olayların gerçek yüzü de 1991'de açığa çıkıyor.

Bu tür olayların altında yatan neden genelde halkı tatmin etme isteği oluyor. Diktatörlük rejimlerinde çok daha keyfileri mevcut ama bizim gibi demokrasiyi uygulamaya çalışan ülkelerde ya elinde güç bulunduran mevkiler [Asker, Hukuk, Siyaset şeytan üçgeni] bu gücü kaybetmemek adına ya da aciz durumda görünmemek adına bu tür yanlış kararlara imza atıyorlar. Ya bilfiil devlet eliyle yaptırılan olaylarla ya da hakikaten gerçek olaylarla yanlış kişilere fatura edilebiliyor. Filmde iki sahne var insanı düşündüren, biri suçlu bulunma diğeri de suçsuz bulunma sahnesi, her ikisinde de halk alkışlıyor, birinde suçu sorgulamadan suçluyu bulan bir anlamda taşlayacakları bir şeytan bulan, diğerinde sadece sanığın değil kendilerinin de hakkını savunan insanlar.

Bir devlet için en büyük tehlike kurumlarında aynı fikre sahip insanları barındırmasıdır. Aykırı, farklı insanların kurumlardan ihraç edilmeleri fikri diktatörlüğü getirir. Buna bütün ideolojiler dahildir. Bir arada masum gibi görünen fikirler tek ses olduğunda her zaman tehlike arzederler. Hele ki bu fikir devletin resmi ideolojisi olursa.

Tarihte buna sıkça rastlanır. Sadece güzel ülkemde olan bir durum değil yani. "Renk ayrımcılığı", "Milliyet ayrımcılığı", "Din ayrımcılığı", "Siyasi fikir ayrımcılığı" bunların en temel olanları ve renk ayrımcılığı haricini de kendi ülkemde rahatlıkla görebiliyorum, onu da yeteri kadar zenci barındırmadığımıza bağlıyorum.

Afrika'da yaşanan soykırımlar, Amerika'da yaşanan Zenci düşmanlığı ve Kominist Parti düşmanlığı, İngiltere'de ve İrlanda'da IRA mücadelesi, Balkanlar'da yaşanan soykırım, Asyadaki Türk soylarına uygulanan soykırımlar, vs... Liste bir hayli uzun. İnsanoğlunun hesabını vereceği günahları çok çok fazla.

Görüldüğü gibi sadece bizde olan şeyler değil. Bütün dünya zaman zaman aptalca davranışlarda bulunuyor. Ama önemli olan cesaret göstererek hatalar ile yüzleşebilmek, bir dönemin işlediği suçu Devletlerin yaşamları boyunca sahiplenmemeleri ve insan faktörünü göz önünde bulundurarak suçu ve suçluları korumamaları.

Devlet idaresinde hiç bir kuruma sınırsız ve sorgusuz yetki verilmemesi, vatandaşların haklarını arayabilmeleri ve soru sorabilmeleri için çok önemli. İnsan idaresindeki herhangi bir kurumun hata yapmayacağı kabulü ile devlet yönetilemez. Buna güvenliğimizi sağlamaktan sorumlu kurumlar, adaletimizi sağlamaktan sorumlu sistemler ve siyaset de dahildir. Eğer böyle bir kabul ile gidersek "bir sağdan bir soldan" çok adam gider, suçsuz yere çok insan hapislerde çürür, çok kişi kayıplara karışır, en kötüsü de geriye kalanlar Devlete, Güvenlik güçlerine ve adalete olan inançlarını yitirirler.

Filmin ve hikayenin en güzel yanı da sanırım en sonunda Adaletin geç de olsa yerini bulması ve devletin bir daha böyle durumların ortaya çıkmaması için önlemler alması, vatandaşının hakkını kendine rağmen korumasıdır.

Mutlaka izleyin efendim.

Saygılar

http://www.filmarasi.com/Movie.aspx?ID=63653
http://en.wikipedia.org/wiki/Guildford_Four_and_Maguire_Seven
http://en.wikipedia.org/wiki/Birmingham_Six
http://en.wikipedia.org/wiki/Irish_Republican_Army

3 Eylül 2010 Cuma

Yitip giden kelimeler



Ak pak bir geceydi, ürperttin beni
Çoktandır ölü zamana ebediyeti verdin
Geç kalmıştım kendime, yetiştirdin beni
Sonsuzlukta yitecek bir an'a ismini verdin

Hüzne boyamıştım yüzümü, gülümsettin beni
Umuda giden yolda omzunu verdin
Serin bir suskunluktu hakkım, seslendirdin beni
Sonlanmayacak bir cümleye ezgini verdin

Korkuyordum yalnızlıktan, uyuttun beni
Şefkatle okşayıp başımı, dizini verdin
Bir çocuktum sana vardığımda, büyüttün beni
Yokluğu, sensizliği, sızını verdin

Son dediğime ilk dedin, yeşerttin beni
Bir bahar sabahı odama kokunu verdin
İklimim oldun, gittiğinde üşüttün beni
Çıplak ayaklara dikenli taşlı yolunu verdin

Anladım ki hep "ben"de kalmışım onca zamandır
Affet! Varlığına aldandım, unuttum seni
Kabahatli kaybolan değil bulamayandır
Masum bir düşün gölgesinde öptüm seni

02.09.2010 / İstanbul
Fatih Çelik