13 Mayıs 2012 Pazar

The infinite madness



Bir çakıl taşını olduğu yerden alıp dibi görünmeyen bir kuyuya bırakırsın, ne kadar derin olduğunu anlamak için. Taşı, aldığı yolu, kuyuyu ve dibini bilmezsin ama merak edersin, "ne kadar derin?", taş yol aldıkça dinlersin katettiği yolu, çarptığı kayaları, o son sesi beklersin ya da sessizliği.

Aşk da böyledir, bir fikri alırsın olduğu yerden, bırakırsın sevgilinin gözlerine. "Acaba ne kadar sevebilirim onu?" dersin. Taş düşer, fikir düşer, gönül düşer dipsiz kuyuya. Daha bırakırken bilirsin aslında çıkaramayacağını ama merak işte. Fikir yol aldıkça dinlersin katettiği yolu, yüreğinin çarpışlarını, o son sesi beklersin ya da sessizliği.

Aşk sabır ister, zikrini, emeğini. Dile düşmek ister, dillendirilmemek. Sıkı pazarlıkçıdır, her şeyini ister, sahip olduğun olmadığın, karşılığında bir hoş söz, bir sıcak tebessüm vadeder en fazla, maksat ayağın alışsın. Fikir yol aldıkça o son sesi beklersin hep, korkarsın bir gün duyacağından.

Ah be çocuk! Kuyuya taş atmak deliliktir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder