Bir tepeden aşağı doğru yürüyordum. Ne hızlı ne de yavaştı adımlarım, zamanı sindiriyordum. Şehrin benzin kokusundan ve kulaklara yer eden gürültüsünden ırak, bir vahada zevk-i sefa ediyordum sanki. Şehrin bu kadar içindeyken nasıl bu kadar dışındaydım şaşıyordum. İnsan, kendi başına bir şehir gibi.
Bir tepeden aşağı yürüyordum. Ayağımın altında eziliyordu çakıl taşları. Bir kamyondan mı dökülmüşlerdi, yoksa yağmur mu sürüklemişti vatanlarından bilmem. Bize benziyorlardı, bir bütünün parçasıyken paramparça olmuşlardı, ve ayrı düşmüşlerdi birbirlerinden. Bilmem, kızıyorlar mıydı ezen ayaklara, kıran yağmura ya da sürükleyen rüzgara, yoksa umut mu ediyorlardı tekrardan kavuşmayı?
Güneş sızıyordu devleri andıran ağaçların yemyeşil yapraklarından. Tepeden aşağı doğru yuvarlanıyordum sanki, ne hızlı ne de yavaştı adımlarım. Rüzgar vuruyordu yüzüme, tek bildiğim bu.
Uyum içindeydim yaratılan her şeyle, ne hızlı ne de yavaştı adımların. Bir müziğe eşlik eder gibi, güzel, naif ve bir arpın tellerinden dökülür gibiydi sözlerin. Uzun bir yoldan evime dönmüş de yerimi bulmuş gibiydim.
Ne rüzgara kızıyordum ne de yağmura. Eğri büğrü bir çakıl taşıydım yalnızca, tek bildiğim bu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder