Bir rivayete göre Nazım Hikmet, Ali’ye, psikolojik çözümlemelerle dolu birinci bölümü (Raif Efendi’nin defterine kadar olan bölüm) bir aşk hikâyesine harcadığı gerekçesiyle, sitem eder.
Efendim, Sabahattin Ali ile ilk tanışmam Kürk Mantolu Madonna ile geç de olsa oldu çok şükür. Kitabı ilk defa elime aldığımı, "nasıl bir romanmış acaba?" dediğimi ve gecesine varmadan yarısını tamamladığımı hatırlıyorum. Kitabı bitirdiğimde Nazım Hikmet'in ellerinden öpmek ve yorumu için takdir etmek istedim.
Öncelikle mükemmel bir roman ya da uzun hikaye. Tek bir parçadan oluşuyor, ara bölümler ya da kopmalar yok, zaten topu topu 160 sayfa, okumaya ara vereyim deseniz "şu bölümü de bitireyim sonra" diyeceğiniz bir es yok, bu yüzden sürükleyici biraz da, bu yüzden bir oturmada bitirilmesi gereken bir kitap. Çok çarpıcı tasvirlere sahip, bir insanın bu denli iyi gözlemci olması beni çok şaşırtmıştı, karakter tahlilleri ve bunun naifçe dile getirilişi ustalık örneğidir zannımca. Kesinlikle zorlayıcı cümleler içermiyor, arada eski kelimeler olsa da yayın evinin ustaca dip not düşümleri ile farkına bile varmıyorsunuz (YKY).
Kitabı üç kısıma bölmek gerekirse;
1. "Halbuki o hiç de fevkalade bir adam değildi. Hatta pek alelade, hiçbir hususiyeti olmayan, her gün etrafımızda yüzlercesini görüp de bakmadan geçtiğimiz insanlardan biriydi. Hayatının bildiğimiz ve bilmediğimiz taraflarında insana merak verecek bir cihet olmadığı muhakkaktı. Böyle kimseleri gördüğümüz zaman çok kere kendi kendimize sorarız: ‘Acaba bunlar neden yaşıyorlar? Yaşamakta ne buluyorlar? Hangi mantık, hangi hikmet bunların yeryüzünde dolaşıp nefes almalarını emrediyor?’"
Bir çay kaşığı kadar anlamlı olmayan varlığıyla Raif Efendinin karakteri ve kim olduğundan önce neye dönüştüğünün analizidir ilk kısım. Nazım Hikmet'in yorumunu takdir etmemi sağlayan ve Sabahattin Ali'nin kaleminin gücünü gördüğüm kısımdır da aslında. Net ve çarpıcı biçimde anlatılır Raif Efendi. Ancak anlatımda aşağılama yoktur, yalnızca insani bir sorgulama vardır. Bu yüzden okuyucuya yakındır dili, çünkü okuyucunun gündelik hayatta böyle bir adamla karşılaştığındaki tepkisini kaleme almıştır Ali, okuyucu ise hissettiklerinin bu kadar doğru yazılabileceğinin şaşkınlığına gark olur ve ön yargıları birer birer ustalıkla yıkmayı başarır Sabahattin Ali.
2. "Hayır dostum hayır!" diyordu. "Aşk hiç de sizin söylediğiniz basit sempati ve bazan derin olabilen sevgi değildir. O büsbütün başka, bizim tahlil edemediğimiz öyle bir histir ki, nereden geldiğini bilmediğimiz gibi, günün birinde nereye kaçıp gittiğini de bilemeyiz. Halbuki arkadaşlık devamlıdır ve anlaşmaya bağlıdır. Nasıl başladığını gösterebilir ve bozulursa bunun sebeplerini tahlil edebiliriz. Aşka girmeyen şey ise tahlildir. Sonra düşünün, dünyada hepimizin hoşlandığı birçok kimseler, mesela benim hakikaten sevdiğim birçok dostlarım vardır. Şimdi ben bütün insanlara aşık mıyım?
Ben fikrimde ısrar ederek:
"Evet" demiştim. "En çok sevdiğinize hakikaten ve diğerlerine birer parça aşıksınız!"
İkinci kısımda ise Raif Bey'in neden Raif Bey'e dönüştüğünü adım adım takip ediyoruz. Maria Puder ile tanışmasını, aşık olmasını ve aşkın ürkekçe gelişimini okuyoruz. Bu kısım ilk başladığında ilk bölümden tatlar taşısa da ilerledikçe maalesef bu lezzeti yitirmeye başlıyor. Sabahattin Ali bir insanı ya da olayı dışarıdan çok çok güzel analiz edip anlatabilirken, olayı yaşayanların dilinden aynı şıklıkla anlatamıyor. Belki ısmarlama bir aşk hikayesi olup da zorla yedirilmiş olmasından kaynaklıdır diye düşünmeden edemiyorum. Çok sakin, sıradan ve çarpıcı olmayan bir hikaye anlatılmaya çalışılıyor. Analizler yerini gündelik hareketlere ve işlere bırakıyor, zihinlerde dolanan fikirler, sokaklarda dolaşan aşıklara devroluyor. Ancak bu, her halükarda kitabın en iyi eserlerden biri olmasına mani olabilecek bir probleme dönüşmüyor ve hikaye son kısıma geçerek toparlanıyor.
3. "Trenin hareket saati gelmişti. Bir memur vagon kapısını örtüyordu. Maria puder merdiven basamağına atladı, sonra bana eğilerek, yavaş bir sesle, fakat tane tane:
-"Şimdi ben gidiyorum. fakat ne zaman çağırırsan gelirim" dedi.
Evvela ne demek istediğini anlamadım. o da bir an durdu ve ilave etti.:
-"Nereye çağırırsan gelirim!"
****
"Belki bu da kafiydi. Bir insana bir insan herhalde yeterdi. Fakat o da olmayınca? Her şeyin bir hayal, aldatıcı bir rüya, tam bir vehim olduğu ortaya çıkınca ne yapılabilirdi? Bu sefer inanmak ve ümit etmek kabiliyetini ben kaybetmiştim. İçimde insanlara karşı öyle bir itimatsızlık, öyle bir acılık peyda olmuştu ki, bundan zaman zaman kendim de korkuyordum. Kim olursa olsun, temasa geldiğim herkesi düşman, hiç değilse muzır bir mahluk telakki ediyordum. Seneler geçtikçe bu his kuvvetini kaybedeceğine şiddetlendi. İnsanlara karşı duyduğum şüphe, kin derecesine çıktı. Bana yaklaşmak isteyenlerden kaçtım. kendime en yakın bulduğum veya bulacağımı zannettiğim insanlardan en çok kaçıyordum. “O bile böyle yaptıktan sonra!..” diyordum…"
Son bölüm, tekrar en başa, tanıdığımız Raif Bey'e döndüğümüz bölüm. Ancak artık Raif Bey'in bu umursamazlığının ve varlığının anlamsızlığının neden olduğunu biliyoruz ve aynı anlamsızlığı taşıyoruz okuyucu olarak. Çünkü Maria Puder'in aşkını paylaşıyoruz Raif Bey ile. Çarpıcı, acıklı ve yine net bir son ile tamamlıyoruz romanı. Durum analizlerinin bolca yer aldığı son kısımda Avrupai bir ortamdan memleket topraklarına dönüş, yerel entrikalar (Enişteler) ve yurdum halleri anlatılıyor yine çok kaliteli bir dille.
Tekrar tekrar okunası bir başucu eseridir Kürk Mantolu Madonna. Henüz okumayan var ise vakit kaybetmeden edinmeli ve dünya çapındaki bu yerli eseri okumalıdır. Muazzam.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder