Abigail Breslin'in o güzelim, şirin yüzü ve hafif göbeği, hani mükemmel bir çocuk profilinden çıkışı ve her zamanki şahane oyunculuğu ile keyif alacağınızı zaten ilk sahnelerde anlıyorsunuz. Oyunculuğun doğuştan geldiğine yavaş yavaş inanmaya başlıyorum onu gördükçe, bu kadar doğal ve iyi bir oyunculukla abilerine ablalarına ders verebilir.
Steve Carell'ı farklı bir rolle karşımda buldum. Olağan yavşaklığından uzaklaşmış, depresif bir karakteri canlandırıyor. Zaman zaman yavşaklık yapma girişimlerini de can çıkar huy çıkmaz diyerek geçiştirebiliriz. Ama sonuçta iyi bir oyuncu ve bu filme de çok şey katmış açıkçası.
Senaryo zaman zaman zorlama gibi gelse de vereceği mesajı göz önünde bulundurarak olması gerektiği gibi diyebiliriz. Ne uzatılıp filmin tadını kaçırmış, ne de eksik bırakılıp soru işaretleriyle yormamıştır.
Film karakterlerinin ortak yönü hepsinin en az bir şeyi kaybetmiş olmaları. Kimisi işini, kimisi planlarını, kimisi umutlarını kaybetmişler. Richard (Baba) kişisel gelişim uzmanı olup, insanları kaybedenler ve kazananlar diye ikiye ayırırken, film onu haksız çıkarmak için elinden geleni yapıyor. Çünkü:
"Asıl kaybedenler, kazanamayacağını düşünüp pes edenlerdir"
diyor satır aralarında. Minibüsün arkasından sürekli koşmalar ise "hayat ne kadar zor ve kötü olursa olsun peşini bırakma" mesajı veriyor sanki.
İzlediğinize pişman olmayacağınız güzel bir film.
İyi seyirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder