11 Mart 2013 Pazartesi

Aşk, en güzel bahanesidir şiirin / Kelebeğin Rüyası


Ben ölsem be anacığım 
Nem var ki sana kalacak 
Ceketimi kasap alacak, 
Pardösömü bakkal 
Borcuma mahsuben... 
Ya aşklarım 
Ya şiirlerim ne olacak 
Ya sen ele güne karşı 
Nasıl bakacaksın insan yüzüne 
Hulasa anacığım 
Ne ambarda darım 
Ne evde karım var. 
Çıplak doğurdun beni 
Çıplak gideceğim

Rüştü Onur / Nostalji



Bugün günlerden "Kelebeğin Rüyası" idi. Adını ilk duyduğumdan, fragmanını ilk izlediğimden beridir içimde uzun zamandır görmezden geldiğim şiir aşkı baş gösterdi ve altında Yılmaz Erdoğan'ın imzasını taşıdığından zaten güzel olacağından emin olarak gittim filme, şiire doymak ve bir şairin gözünden iki meslektaşının kısacık hayat hikayesini izlemek için. İstanbul Gezginleri vasıtasıyla tanıyıp sevdiğim güzel insanlar ile filmin tadını çıkarmak da cabası oldu.

"Aşk, en güzel bahanesidir şiirin"

Yılmaz Erdoğan, Rüştü Onur & Muzaffer Tayyip Uslu'nun yaşamlarından son kesiti izleyici ile buluşturdu. Şiiri yaşamlarının merkezine koyan ve maalesef verem illeti yüzünden genç yaşta hayata veda eden iki şairin aşkı bahane ettikleri bir şiiri izledim resmen. Yılmaz Erdoğan'ın dersine çok iyi çalıştığını söyleyebilirim. Nuri Bilge Ceylan ile çalıştığı "Bir zamanlar Anadolu'da" filminden yaptığı çıkarımlar bu filme çok iyi yansıtılmıştı. Her bir karesi adeta kartpostal tadındaydı, hani sinemada filmi sahne sahne durdursalar oturup onlarca dakika sessizce o anı izleyebilirdim. Işık kullanımı, çekim açıları, dönemin beyaz perdeye yansıtılış şekli, filmi Türk sineması standartlarının bir hayli üstüne çıkarmış. Kaliteli senaryo yazma konusunda zaten sayılı insanlar arasında yer alan Yılmaz Erdoğan'a tek eleştirim madende geçen sahnelerin uzunluğu konusunda olur. İzleyiciyi filmin ana konusundan az biraz kopardı, öncesi ve sonrası sahneler ile doğrudan ilintili olmadığı için daha kısa tutulabilirdi. Ancak Suzan karakterinin madene girişi ve çıkışı arasındaki yüz ifadesi farkı mutlak görülmeye değerdi.

Açık söylemek gerekirse oyunculuklar konusunda Mert Fırat haricinde pek umutlu değildim, ancak fena halde yanıldım ve yanılmaktan son derece mutlu oldum. Mert Fırat'ın mükemmel bir yardımcı erkek oyuncu potansiyeli var ve yavaş yavaş kendini göstermeye başladı. Tek başına bir filmi alıp götüremeyebilir belki ama en az eşdeğer bir rol arkadaşı ile mükemmel işler çıkarabilir. Keza bu filme çok büyük katkısı olan eskinin mankeni günümüzün oyuncusu Kıvanç Tatlıtuğ ile iyi bir ikili olduklarını söyleyebilirim. Sahne arkasında iyi anlaşan bir ekibin sahne önünde ortaya koyacakları eser mutlaka iyi olacaktır.
Türk sinemasının en büyük problemlerinden biri olan yan karakterler ve figüranların kalitesizliği/isteksizliği/beceriksizliği çok şükür ki bu filmde yoktu. Bu problemi her zaman yönetmenin sete hakim olamamasına bağlamışımdır. Yılmaz Erdoğan gibi detaylara önem veren ve BKM mutfakta gördüğümüz kadarı ile iyi bir öğretmen ve yol gösterici için o kadar da zor olmamıştır diye tahmin ediyorum.

Erdoğan bir anlamda şiire olan vefa borcunu bir saygı duruşu babındaki filmi ile az biraz ödemiş oldu. Kendisini saygıyla selamlıyorum.

Filme emeği geçen herkese bu güzel filmi hediye ettikleri için teşekkür etmek, sadık bir Türk filmi izleyicisi olarak boynumun borcudur.


Diyecekler ki arkamdan
Ben öldükten sonra
O, yalnız şiir yazardı
Ve yağmurlu gecelerde
Elleri cebinde gezerdi
Yazık diyecek
Hatıra defterimi okuyan
Ne talihsiz adammış
İmanı gevremiş parasızlıktan 

Muzaffer Tayyip Uslu / Öldükten sonra

Beni bilen bilir, şiire gönül vereli, kalem kağıt alıp karalamaya başlayalı çok zaman geçti. İlk başlarda her şiir yazan gibi kendini şair zannedenlerdendim, sonraları yazdıkça ve daha çok yazdıkça ve çok yazmanın şair olmaya yetmediğini anladıkça, şairliğin ne denli zor bir uğraş olduğunu gördüm. Hayal etmek, kurgulamak, kelimelerle oynamak zor işti, bir cümlede birden fazla anlam yaratmak gerekiyordu çoğu zaman. Bir cümle içinde yaşanmışlığı anlatabilmek ve okuyanda benzer hisleri uyandırmak her babayiğidin harcı değildi. Sonra daha az yazmaya başladım, daha çok şey görmek ve şiiri besleyebilmek için, tekrara düşüp şairin kendi şiirine ihanet etmemesi için.
Bir şair adayı olarak ayrı bir gözle izledim bu filmi. Belki diğer izleyenler için anlamsız gelen sahneler olabilir, ama benim için her bir sahnesi değerli idi. Haftalarca bir satır şiiri tamamlamaya uğraşmak, cebinde kağıt kalem gezdirip aklının derinlerinden kalemin ucuna bir kaç kelime vurur diye beklemek alışageldiğim şeylerdi.  Ve Yılmaz Erdoğan, şiir yazma sürecinde yaşadığı tecrübeleri başarıyla yansıtmıştı filme.

Sen sesini alıp gidince ben burda dilsiz kaldım 
Ya sen bana fazla geldin 
Ya ben sana az kaldım 

Yılmaz Erdoğan / Sevmekten Gidince


Ve bildiğim bir şey vardı filme girmeden önce; şiir kendine bahane arardı. Şiir yazılmak ister, bir şimşek gibi çakar tek bir kelime, ardı yoktur, öncesi yoktur, o an yalnızdır, tek başına, başka bir kelime bekler yanında. Şairin görevi o kelimeye bir eş bulmaktır, tamamlamak, tamam edemezse bilir ki o bir tek kelime kıymık gibi batacaktır aklına ve uykusunda bile rahat yüzü görmeyecektir.
Ve aşk, en güzel bahanesidir şiirin, aklın en tatlı kıymığı. Şiir yazılmak ister, sevilenin şanı onu anlatabildiğin kadar. Mediha, Rüştü'ye diyor ya "kötü şeyleri ne kadar da güzel söylüyorsun" diye, şiir hüznü baştan yaratır, içerisinde yeter ki sevilen olsun, allar pullar, hüznü hiç görmediğiniz kadar iyi, hiç tatmadığınız kadar tatlı, hiç düşünmediğiniz kadar güzel geri satar size, şaşarsınız.

Ne kalır geriye kayıp giden bir yıldızdan?
Toz ve duman...
Anladım daha fazla olmayacak
Senden geriye kalan

F.Ç. / Kalan










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder