Bir hikaye düşünün, içerisinde 1 görgü tanığı 2 şahit 1'de sanık olsun. Şahitler polis, tanık polisin yazdığı senaryoyu oynayan bir adam olsun. Ortada isnat edilen suç her ne olursa olsun sanığın kurtulma gibi şansı olabilir mi, suçsuz olsa bile? Ve bu durumu 1 değil yüzlerce sanık itham edilenler için düşünün.
American Violet gerçek bir yaşam öyküsünden alınmış. Yukarıda bahsettiğim tanım ise Regina Kelly adlı kadının Texas'ta başından geçenleri anlatıyor, sadece Kelly değil tabi, bir mahallede oturan çoğu Afro-Amerikan insan için geçerli.
Olay inanılmaz ürkütücü. Amerikan yasalarında Plea Bargain denen bir sistem var ve insanlara işledikleri suçlar karşısında savcılığın pazarlık olarak ceza indirimi / ertelemesi sağlayan yapıya deniyor. İnsanları alabilecekleri maksimum ceza ile korkutuyorlar, halbuki masumiyet karinesine ters, henüz ceza ispatlanmamış iken elleri güçlü olduğu için sadece tek bir ifade üzerinden tehdit ediyorlar. Bu anlaşmayı yapan insanlar devlet güvencesinden çıkıyorlar, oy kullanamıyorlar, sağlık güvenceleri (çocukları da dahil) kalkıyor. Ancak balık baştan kokar ve sisteme hükmedenler yerlerini ve ceplerini sağlamlaştırmak için sistemi kötüye kullanırlarsa ezilen her zaman vatandaş olur. Texas'ta zamanında yaşananlar da bundan ibaret aslında. Amerika da savcıları da halk seçiyormuş ve bundan ötürü Savcının taktiği şu oluyor: Zencileri işlemedikleri suçlardan yargıla, pazarlık yap, seçim haklarını ellerinden al, beyazları onları zencilerden koruduğuna ikna et ve tekrar seçil. Filmin bir yerinde Peder kendi renginden insanlar için şunu diyordu: "Halkımızın yarısı oy kullanmıyor diğer yarısı da zaten kullanamıyor".
Allah'tan ACLU (Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği) adlı avukatlar grubu ortaya çıkıyor da Regina Kelly'i (Filmdeki adı Dee Roberts) bu zalimlerin elinden kurtarıyor, olayların gerçek yüzünü ortaya çıkarıp daha kötü olmasını engelliyor. ACLU'nun sitesinde geçen ve ziyaretçileri karşılayan söz şu: "Çünkü özgürlük kendi kendini koruyamaz", özgürlük korunmaya ihtiyaç ihtiyaç duyan ve kötülerin eline geçmemesi gereken en değerli varlığımızdır.
Bu hikayenin benzerlerini çok gördük, daha önceki yazılarımdan birinde benzer bir filmi değerlendirmiştim: In The Name Of The Father ve bir Pardon örneğimiz de var. Hal böyle olunca insan ister istemez kendi yarattığı adalet sistemini sorgular hale geliyor. Tanrı'nın indirdiği kurallara iman edip, kendi yazdığımız yasalara boyun eğiyoruz. Kurduğumuz sistemler istismar edilebilir, özellikle devlet kendi kurumlarına sonsuz güven duyar ve hata yapmayacağını baştan kabul ederse, devamında mezalimin ve zulmün gelmesi kaçınılmazdır. Yasaları yorumlayanlar kendi çıkarlarına göre yorumlar, kendi çıkarlarına göre suçu şekillendirirlerse en masum insan bile idama mahkum edilebilir. Uzun zamandır dünyanın hiç bir yerinde adil bir adalet sistemi kurulamayacağını düşünüyorum, çünkü insanın olduğu her yerde/şeyde mutlaka kötülük vardır. İşin kötüsü bu tür bir durumda masumiyetinizi ispat edebilmeniz için sadece kötü niyetli devlet adamlarını ifşa etmeniz yetmez, çünkü devletler kolay kolay kendi çalışanlarının/kurumlarının hata yaptığını kabul etmek istemez. Masumiyetiniz ispat edilse bile devletin öfkesini üzerinize çekmeniz hayatınızın eskisi gibi olmayacağının işaretidir.
Kıyamete kadar yukarıda anlattığım senaryoyu tekrar tekrar izleyeceğimizin garantisini şimdiden verebilirim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder