29 Aralık 2012 Cumartesi

Ses * siz / lik




Sükunetinden dalgalanır deniz, kadim zamanlardan kalma bir savaşın mağlup tarafı: sessizlik. 
Kılıçtan geçirilmiştir dillerin ve dudaklarında kendi diş izlerin. 

Yapabildiklerinle yapabileceklerinin mukayese edildiği yerde, mağlubiyetin daha doğrusu kazanmak ile kaybetmenin arasındaki o esrarengiz arafta, kendinin düşmanı ve kendinin taraftarı olmaktır: sessizlik. 
Yarı ruh yarı cesedliğinin ayırdına varmak, ve bütün Tanrıcılık oyunlarının sonunda dizlerinin üzerine çöküp toprağı yağmur yağarcasına gözyaşlarınla ıslatmaktır: sessizlik. 
Sonbaharda bir yaprak kadar özgür olabilmek, dalından kopmak, sararmak ve savrulmaktır: sessizlik. 
Beklemek, amansızca beklemek, hiç bitmeyecekmiş, ezelden ebede sürecekmiş gibi beklemektir: sessizlik.
Sevginin o enfes tatminkarlığına kanmadan, yokluğun, O'nsuzluğun, çaresizliğin ve anlamsızlığın anlamını evvelden farkedip sözcükleri yutmak ve sımsıkı ve naif ve bir parçanmışçasına sahiplenerek avuçlarının sıcaklığını saklayabilmektir: sessizlik.
Verilmiş bir söz gibi umud etmek, güzele dair ne varsa, Yaradana, sevgiliye, anaya, babaya, evlada dair ne varsa, bir vuslat saatini, gizli kalmış bir iç çekişi, zamanı gelirse zaman kifayetsiz kalmasın diye umud etmektir: sessizlik.

Sükunetinden karalanır kağıtlar, kalemin ve silginin dostluğunun üzerinden kendine pay çıkarır sessizlik.
Sessizlik bir ateştir, içerinde birikir küllerin.

12 Aralık 2012 Çarşamba

Ça'y


Bardağındaki çay soğuduğunda
ayazda kaldı kelimeler
dilimde kış sessizliği
susayazdım

Bir pencereden sana baktım sonra
bir çerçevenin içinden ve sonra
kusayazdım

Hırka gibi üstüme giyindim gözlerini
soğuk bir İstanbul akşamında
buyur edip sensizliğe
seni yazdım

Gel de tazeleyeyim çayını

Fatih Çelik / Ça'y / 12.12.12