22 Haziran 2011 Çarşamba

Ne kalır geriye?


Yine başlamak zor geliyor yepyeni bir cümleye. Oysa ilk kez konuşmuyorum kelimelerle. Kurulmuş bir saat gibi ilk kez aklımda belirmiyor sözcükler. Ama yine de bir cümleye başlamak sahiplenmek gibi geliyor anlattıklarını ve sahip olamamanın korkusu ağırlaştırıyor başlangıçları.

Hayatta hiç bir şeye bağlanmamalı, umutla beklememeli, anlamından fazlasını yüklememeli, yüklenmemeli. Oysa hayat hiç bir zaman fazlasını da vaad etmemişti, ne ise oydu alacağımız. Ticaretini yaptığımız hayallerle yıprattık gerçeklerimizi. Büyük büyük sözler söyledik kimi zaman, sesimizin yetmeyeceği şarkılara heves ettik, elimizin uzanmayacağı dallara dokunmaya çalışırken yaraladık elimizi kolumuzu, hepsi tek bir şey için, daha güzel daha mesut anlar için. Peki onca yaşananlardan sonra ne kaldı geriye?

Bakmayın hüzünle bu kadar çevrelendiğimize, hayat dediğimiz de bu değil mi zaten? Duvarları hüzünle boyalı dört duvar. Neresine asacağımıza karar veremediğimiz mutlu anlarla süslenmiş dört duvar. Hayal kırıklıklarının diş geçirip yerinden çıkartığı çivilerle delik deşik olmuş dört duvar. Ve ortasında biz varız, tek başımıza, sessizce izliyoruz her bir duvarı, dönüp dönüp sayıyoruz dört buluyoruz, gariptir, her seferinde şaşıyoruz matematiğin şaşmadığına. Yaşamak, bütün mutlu tabloları ve tabloları asmak için deldiğimiz ve kimi zaman söküp delik deşik bıraktığımız duvarları kabullenmek oluyor sonunda. Yaşamak hayatı kabullenmek oluyor sonunda.

Yaşamak güzel şey. Var olmak. Onca yaşananlardan geriye ne kalıyorsa artık. Nasıl olsa bir son durağı var her seferin, nasıl olsa her şarkı son bulacak son bir notada, nasıl olsa son cümlesini söyleyecek her kitap, o zamana kadar mutlu olmayı bilmeli elde kalanlarla. Küçük de olsa tablolar asmaya çalışmalı, elde çekiç çivi. Her zaman mutlu olamasak da, gözlerimizi kapatırken son kez, tablolara son kez bakıp gülümseyebilmeli.

Ne kalır onca yaşananlardan geriye?

İnsan...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder